30 Mart 2010 Salı

Sonsuza Değin Erdem(Sokrates)

Herkes erdemi savunur, fakat herkes erdemli olamaz. Ancak en cesur olanlar bunu hak edebilir.
Bunun en güzel örneği devletinin kendisini, vatan hainliğiyle suçlayıp baldıran zehri içmeye mahkûm ettikleri Sokrates (m.ö. 470-399)olmuştur.

Sokrates, ölümü anında yanında olan dostları ağlayıp, sızlanırken; felsefe öğretisinin dışına çıkmayıp şu ders almamız gereken cümleyi kullanıştır ve son nefesini vermiştir.

‘’Krito, Askulapyus’a bir horoz borcum vardı, lütfen ödemeyi ihmal etme!’’


Kaynak:Sokrates'in Savunması
Asım BARAN

SCHOPENHAUERCA AŞK BAŞKADIR


Schopenhauer(1788-1860), uğrunda her şeyin hatta bazen hayatların bile feda edildiği aşk kavramının bilindiği gibi duygusal bir esinti olmadığını bunun aksi bir biçimde sadece cinsel bir dürtü olduğunu dile getirmiştir. Söz konusu aşk dediğimiz şeyin türün devamını sağlayan ve türün korunmasına yönelik bir cinsel dürtüden başka da bir şey olmadığını söyleyen Schopenhauer; güzellik ve cinsel hazın ise doğanın bizlere kurduğu en büyük tuzaklar olduğunu da belirtmiştir.

Yani ne kadar kutsal sanılırsa sanılsın aşk dediğimiz şey bizde içgüdüsel olarak var olan türün devamına yönelik,cinsel bir dürtüdür.


Asım BARAN

BEŞ CÜMLEDE PLATON (MÖ 428-354)


1) Gerçeklik; Platon gerçekliği biri idealar(değişmez) diğeri görünüşler(değişken) dünyası diye iki dünyaya ayırır. Gerçek olan idealar dünyasıdır ve görünüşler dünyası ise ideaların gölgesidir.
2) Bilgi kuramı; bilgiler bizde doğuştan var olan sonradan deneyimlerimizle hatırlanan,nesne ve özne arasındaki etkileşimdir..
3) Devlet; devlet üç unsurdan oluşmalı; yöneticiler(filozof olmaları gerekir, mülk hakları yok) koruyucular(mülk hakları yok) ve üreticiler(yani halk, bunların mülk hakları var ve asıl yönetilenler bunlardır.)
4) Tanrı anlayışı; tanrı ’’demiurgos’’ yoktan var eden değil idealar dünyasındaki maddelere biçim veren tanrıdır.
5) Sanat; sanat insanları kandırır doğayı taklit eder, doğa da ideaların gölgesi olduğu için bizi taklidin taklidine yöneltir, gerçeklikten uzaklaştırır.
Asım BARAN

KADIN DÜŞMANLIĞI( MİZOJİN)

Mizojin, kadın düşmalığı anlamına gelen Yunanca kökenli bir kelimedir. Burada felsefe tarihindeki ‘’mizojin’’liği kısmen de olsan göstermeye çalışacağım.

Kadınlar felsefe tarihi boyunca dışlanmıştır, erkeklerden daha aşağı görülmüştür. Hatta ünlü düşünür Platon bile Timaios diyalogunda her insanın bilgiyi sevdiği, bilgiye yöneldiğini anacak bilgiden kaçan, bilgiden uzak kalan erkekler ölüp dünyaya tekrar geldiklerinde kadın olarak geleceklerini iddia etmesinde de bu durum net bir biçimde anlaşılır.

Bu gibi örnekleri edebiyat alnında da verebiliriz ama bunlardan en önde geleni olarak Tolstoy’u örnek göstermek daha bir açıklayıcı olacaktır..Tolstoy en koyu ‘’mizojin’’cilerdendir bunu özellikle ‘’Anna Karenina’’ ve ‘’Şeytan’’ adlı yapıtları ön plana çıkarır.Ayrıca koyu mizojin diyebileceğimiz düşünürlerin başında da Nietzsche, Rousseau ve Schopenhauer örnek verilebilir

Son olarak mizojin birkaç sözü örneklemek daha verimli olacaktır.
Kadınlar akıl miyobudur.(Schopenhauer)
Bir kadının yanına giderken kırbacının da yanına al.(Nietzsche)
Evlenin karınız iyi çıkarsa mutlu kötü çıkarsa filozof olursunuz.(Sokrates)
Kin duygusu en fazla kadınlarda belirgindir, bu onların aşalık olduklarının göstergesidir.(Nietzsche)
Yaşlandıkça erkeğin yüz hatları derinleşir kadınların ki ise buruşur.(Goethe)
Simetrik olmayan kadın vefasızdır.(Aristotales)
Kadınların saklayabildikleri tek sır bilmedikleri sırdır.(Seneca)
Eğer kadın iyi bir şey olsaydı, tanrının da karısı oludu.(Sacha GUITR)

Asım BARAN

DİNDARLAR VE BERGSON İLİŞKİSİ




20.yy felsefe tarihi içerisinde önemli bir bilim eleştiricisi olan Henry BERGSON (1859-1941 ) felsefesi içerisinde kullandığı ‘’süre’’ ve’’ sezgi’’ kavramları ile ön plana çıkmıştır. Ancak Bergson’un
özellikle ‘’Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı ‘’adlı kitabı oldukça ilginç iddialar içermektedir.

Bergson’a göre iki tür ahlak vardır. Bunlardan biri kapalı (içe dönük) diğeri açık(dışa dönük) ahlaktır. Bunlardan kapalı olanı insanların genel çıkarlarına bağlı kalınarak oluşturduğu sözleşme ,antlaşma gibi uzlaşımların sonucunda oluşan ahlaktır. Ancak bu ahlak anlayışı durağan olup farlı bir şey sunmamaktadır ve gittikçe çözülmeye mahkûmdur ve ahlaki ilerleme mümkün değildir, ayrıca baskıcıdır. Ancak ikinci tür olarak açık ahlak ise tarihte öyle insanlar gelmiştir ki diğer insanlardan daha özel bir yaratışlaşa sahiptirler. Bu insanlar manevi anlamda öyle bir esriklik öyle bir kendinden geçme yaşarlar ki ahlaki ilkeleri ruhlarının derinlerinde hissederler. İşte ahlaki olarak ilerleme bu insanlarla olur tıpkı bir vahiy gibi yaptıkları şeyleri hiçbir karşılık beklemeden uygularlar sadece ve kendi kültürlerinden daha ileri bir ahlaka sahip olan bu seçilmiş insanlar çok kişilerce benimsenirler.(Bunlara örnek dinlerin peygamberleri, Sokrates, Gandi gibi düşünür ve gurular da verilebilir.)

Bergson din konusunda da bu iki ahlak gibi statik ve dinamik iki dinden bahseder. Bunlardan statik din kapalı ahlak yasasından kaynaklı rasyonel olarak anlaşılabilen dinlerdir. Dinamik dinler
ise üstün kişilerin kaynaklık ettiği ilerlemeci dinlerdir.
Bergson’un bu görüşleri Türkiye de olmak üzere birçok dindar kesimi etkisi altına almıştır. Ancak Bergson’a sadece böyle bakmamalı çünkü o koyu bir evrimci ve her şeyden önce ise bilim felsefecisidir. Onu bu yönlerinden soyutlamak anlamamakla eş değerdedir.


Asım BARAN

Nietzsche Bize Ne Söyledi?

Nietzsche felsefesi kuşku götürmez bir biçimde felsefe tarihi içindeki en çetrefilli felsefelerden biridir. Bunun sebepleri arsında Nietzsche’nin düşüncelerini sistemli bir biçimde dile getirmemesi ve dile getirdiği cümlelerin iğneleme, mecaz veya gerçek anlamlarından hangisini kullandığına ilişkin belirsizlik olarak belirtilebilir. Ancak şimdi dile getireceklerim Nietzsche’i anlamak bakımından oldukça yararlı bir analoji(benzetme) görevi görmek mahiyetinde olacaktır.

Kendimizi bir satranç oyunu oynarken hayal edelim. Birçok kişi de bizi izliyor olsun. Satrancı kiminle oynadığınız pek mühim değil ve Nietzsche de izleyicilerden biri olsun. Biz oyun oynarken izleyen birçok kişi bize nasihatler verecek bize yaptığımız iyi veya kötü hamleleri belirtecek kimisi ise sadece sözlü sataşmalarda bulunabilecek. İşte Nietzsche tam da bu anda sahneye çıkacak ve diyecek ki;

Ey kardeşim sana kim ne derse desin takılma öncelikle efendileri yık kendi oyununu kendin oyna. Bilindik alışılagelmiş oyunlara takılıp da kendini onların oyununa katma hatta oyununu kendin en başından kur ama önce kendini bul kendin ol.

Sana kim daha iyi olacağın yönünde nasihatler veriyorsa alma bu sayede senden daha iyi olduklarını, zeki olduklarını göstereceklerdir. Onun için kulağını kapa dinleme.

Kazanırsan zaten kazanırsın ama bir de kendin oynadığın için kazanırsan daha ne mutluluk istersin bundan daha fazla olan.

Öyle bir oyna ki kaybetsen bile bunu kabullenebil. Ben yaptım diyebil. Ve yenilsen bile diyeceğin'' bu yenilgi benimse benim olan her şeyi severim bu yenilgi de dâhil.''

Oynarken unutma kazanmak ya da kaybetmek için değil oynamak zorunda olduğun için oyna. Bir mükâfat için değil ve kim sana bu oyun dışında mükâfat sunuyor ise seni bu oyundan soğutmak içindir. Bunlardır seni zehirleyen.

Mükâfatı yok diye üzülme cezası da yok sonuçta. Sınırlı olsa da oyun biteceğini bile bile oyna mükâfatı beklemeden. Ama bu seni karamsarlaştırmasın bu durumunu kabul et ve her hamlede evet de.
Asım BARAN

29 Mart 2010 Pazartesi

Ve Filozof

Bir dağın doruğunda yaşar filozof tıpkı sizin gibi tıpkı benim gibi ya da orada yaşayanlar gibi.

Bir dağın doruğudur filozofun bölgesi çizgiler var yamaçlara doğru aşılmayan.

Sadece aşılmayan değil aşılması istenilmeyen ve dağın eteğinin olduğu da kesin değildir.

Söylentiler hakimdir filozofun yaşadığı dorukta, kimisi der ki ;dağ sadece doruktan ibarettir,altında boşluk var,kimisi der ki ;altında da insanlar var tanrıların cezasını alan.Ama hepsi de haklı gibidir.

Öyle bir dağ ki; başında sis dibinde sis ne var ne yok belli değil.

Kimisi derki; tanrılar var sisin üstünde, kimisi de derki; canavarlar var çizgilerin dışında.

Kar yağar, yağmur yağar ya tanrılar kızar ya da ödüllendirir dağlıları.

Filozof merak eder gökyüzünü sadece bakar. Hani bir dev olsa ulaşabilse gökyüzüne belki tanrıları da görür.

Birden düşünüyor filozof ya bir dev olsa birden dev oluyor sanki gökyüzüne ulaşıyor sislerin arasından hem de dağın eteklerine kadar basmışken ayakları.

O tanrıları aramaya koyulurken boş tahtlarla karşılaşıyor, işte o an aklına geliyor, olması olabileceği gibi olmaması da olasıdır tanrılar.

Burası gökyüzü öyleyse öyle bırakmalı diyor kendine yeryüzüne dönüyor, küçük bedeninin içine.

Gözleri çizgilere ilişiyor o zaman. Anlıyor artık çizgileri aşması gerektiğini.

Çizgilere yöneliyor bir araya geliyor diğerleri biri diyor ki canavarlar var orada çizgiyi geçersen parçalarlar seni.

Filozof karalı bir şekilde konuşur; Peki ama biz aşmaktan korkarken çizgileri canavarlar var diye, canavarlar neden aşmaz çizgileri onlarda mı korkuyor bizden.

Ve eğer bu canavarlar varsa bile çok uslu olmaları gerekir, onları hiç duymadım neden?

Ve sizlere sorarım canavar da nedir ben hiç görmedim de?

Çizgilere yaklaşır filozof kimisi korkuyor gelecek olacak felaketlerden. Kimisi aforoz ediyor filozofu, kimisi de nefret ediyor ondan çizgilerden nefret etmeyeceği karar.

Ama filozof geçiyor çizgileri ve gözlerinde kayboluyor korkakların öfkelilerin.

Çizgiyi epeyi geçmişti filozof bir şey görememiş sadece indikçe hava daha da güzelleşmekteydi, derken dağın eteğine yaklaşır.

Gördüğü güzel bir ovadır. Tekrar düşüncelere dalar o an gelmiştir aklına ya şimdi de rüyadaysa ya da hayal kuruyor da bir an kendine gelip görürse dorukta kendini tekrardan.

Neyse diyor kendi rüyada da olsa güzelmiş çizgilerden öte.

Dağın eteğine vardığı an aklına gelir başka dağların olabileceği etrafa bakınca öyle olduğunu görür.

Binlerce dağın gizlendiği yerdir aslında çizgilerden ötesi.

Çıkıp her şeyi anlatmak isterken doruktakilere vazgeçip der ki; onlar da inip bunu hak etmeliler.

O günden sonra koyulur filozof yola başka dağlara doruklara ulaşmaya.

Asım BARAN

28 Mart 2010 Pazar

Üç Elma

Kimi gözlemler gökyüzünü
Kimi merak eder
Kimi de medet umar gökyüzünden
Biri ulaşmaya çabalar
Biri düşünmeye başlar
Biri de inanmaya adar kendini
Bilim formüllere tapar
Felsefe düşünmeye
Din de tanrıya
Bilim dışlasa da felsefeyi ve dini
Felsefe eleştirse de bilimi ve dini
Din bilime ve felsefeye yer açmasa da
Öyle ortak bir yön var ki
Her üçünde de;
Bilimin de, felsefenin de, dinin de
İnsan etkinliği oluşu
Mesela!



Asım BARAN

ARİSTOTELES VE ATİNA SEVGİSİ

Aristoteles kırk bir yaşındayken Makedonya kralı Filip, Makedonyalı bilgeyi oğlu İskender’in eğitimi için Atina’dan Pella sarayına çağırdı. Filozofu orada on üç yaşında saralı ve alkol düşkünü bir oğlan bekliyordu. Bu barbar(kelimenin tam anlamıyla barbar)çok geçmeden öğretmenine şöyle yazmıştı:’’İktidarımın ve ülkemin genişlemesinden çok, iyinin bilgisinde kendimi göstermek istiyorum.’’
Aristoteles, İskender’in bu niyetine sadık kalmamasını önleyemezdi. Genç kral dünyanın fethine çıkarken, Grek şehir devletlerini, bugün’’Quisling yönetimi’’(manga yönetimi)olarak adlandırdığımız türden bir yönetime bırakmıştı. İskender ayrıca bir filozofu, yaşamı boyunca sadık öğrencisi için hayranlığını gizleyememiş olan Aristoteles’i de bırakıp gitmişti. Dahi öğretmen Atina’ya geri döndüğünde, bu hayranlığından ötürü çok acı çekti. Makedonya sultası altında özgürlüğe susamış olan Atinalılar, bu Makedonyalı bilgeyi hain olarak görüyorlardı. Platon’un Akademi’deki halefleri, Isokrates ve onun hitabet okulu, Demosthenes ve kışkırttıkları, bunların hepsi, onun idamını, hiç olmazsa sürgüne gönderilmesini istiyorlardı. Sonunda Aristoteles sevdiği bu kenti terk etmek zorunda kaldı. Atinalılara ’’felsefeye karşı ikinci defa günah işleme fırsatı vermek istememişti.’’(Daha öne Sokrates idama mahkûm edilmişti.)Birkaç ay sonra İ.Ö.322 diye bilinen bir tarihte, Khalkis’de öldü. Diogenes Laertius onun, baldıran zehri dolu kâseyi elinde tutan Sokrates gibi, umutları kırılmış, acılar içinde ve yapayalnız öldüğünü bildirir.


Asım BARAN

Kaynak:Heidegger:Bir Filozof ,Bir Alman,HÜHNERFELD Paul,(Çev:Doğan ÖZLEM)Paradigma, Birinci Basım 2002 ,Say(6)