1 Temmuz 2010 Perşembe

Vuvuzela


Hala devam etmekte olan Dünya kupası 2010'dan hafızalarda kalacak olan İtalya ve Fransa'nın kötü oyunları ve güzel goller olduğu kadar, kuşkusuz en fazla vuvuzelelar olacaktır. Peki vuvuzela nedir? Nasıl oluyor da saçma ve rahatsız bir ses olarak algınana bu ses Günet Afrikalı taraftarlar tarafından bu kadar önemli görülmektedir.Öncelikle Vuvuzela bazen lepatata diye bazen de Güney Afrika Zurnası diye adlandırılan, Güney Afrika yöresine ait üflemeli bir çalgı, 61 cm boyunda ve 100 gram ağırlığındadır. Herhangi bir tuş veya tonlama deliği fonksiyonuna sahip olmayıp, sadece üfleyen kişinin ritmine bağlı olarak ses çıkarır.

Güçlü bir ciğer ve üfleme yeteneği isteyen Vuvuzela'nın çıkardığı ses sis düdüğü ya da fil sesine benzerdir. Sinek ve arı vızıltısına benzetenler de olmuştur. Vuvuzela toplu olarak çalındığında çıkarmış olduğu ses yaklaşık olarak 135 desibeldir.
Güney Afrika Kültüründeki Yeri
Vuvuzela, adını Zulu dilindeki Vuvu sözcüğünden alıyor. Vuvu sözcüğü, Türkçe'de gürültü anlamına geliyor. Güney Afrikalıların anlattıklarına göre Kudu adı verilen bir antilop çeşidinden yapılmakta olup(günümüzdeki modelleri plastikten üretiliyor) yüzyıllardır Afrika kabilelerin haberleşmesinde kullanılıyordu. Günümüzde ise Vuvuzela, Güney Afrika futbol kültürünün ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.*
Tabiki de milyonlarca Afrikalı vuvuzela sesi çıkarırken bunun sırf ses çıkarmak için yapmamaktadır.
Vuvuzela batının hor gören bakışına karşın, inadınıa kendini kültürünün yaşamanın, her şeye rağmen özünü unutmamanın bir simgesidir. Vuvuzelanın sesi, Afrika'nın sesidir ki; Avrupa'yı bu kadar rahatsız etmektedir. Vuvuzela emperyalizmden, asilmilasyondan kurtulan küçük bir adadır. Kısaca vuvuzela özgürlüğün sesidir.

Asım BARAN

*
http://tr.wikipedia.org/wiki/Vuvuzela

29 Haziran 2010 Salı

Anlamlı Sözler



"Dünyadaki trajedilerin haklı ve haksız diye tarafları yoktur.
Bunlar iki haklının çatışmasından meydana gelir."
"Tarihten aldığımız tek ders ,tarihten hiç ders almadığımızdır."
Georg Wilhelm Friedrich Hegel


http://asimbaran.blospot.com

21 Haziran 2010 Pazartesi

Post-Modernizm Nedir?

Post, kelime anlamı olarak sonrası demektir. Post-modernizm kelime anlamı ise modern sonrasını ifade etmektedir.
Post-modern epistemik olarak kavranabilecek, tanımlanabilecek bir şey değildir. Bu yüzden post modernizme, tanımlanamazlığın tanımlanması demek yerinde olacaktır. Post modernizm belirli bir çağı değil, özellikle 1980 sonrası ileri kapitalist ülkelerde görünmeye başlayan daha önce görülmemiş olayları tanımlamak adına kullanılan durumdur. Bu modernizimden tam olarak kopuş olmadan, modernizm öncesini de ele alan eklektik bir durumdur. Bu durum sanat, felsefe, bilim, politika vb. alanlarda baş göstermiştir. Ancak post-modernizm genele karşı bireyselliğin baş kaldırışıdır. Çünkü post-modernizme baktığımızda o ne modern öncesi dini ya da mitsel anlatılara, ne bilimin otoriterliğine ne de modern dönemin anlatılarına boyun eğmemektedir. Bu bakımdan post-modernizmin en belirgin özelliği, bireysel özgürlükleri dahası farklılıkları ön plana çıkaran bir anlayıştır.
Post modernizm bu yönüyle nihilist bir durummuş gibi görülebilir. Ancak nihilizmden oldukça farklı olduğu ortadadır. Yani genel olanı, totaliter olanı eleştirip yıkarken yerine farklı değerler yerleştirmektedir. Örneğin aşırı radikal, milliyetçi, dini grupların yerine sivil toplum kuruluşları, liberal hükümetler geçmektedir.
Henüz böyle bir durum içerisinde olmasak da, her halükarda içerisine gireceğimiz bu post-modern durumu en iyi tanımlayacak olan örnek Orhan veli Şiirleridir.

Asım BARAN

16 Haziran 2010 Çarşamba

İlk Güzellik Yarışması

Tanrılar,Deniz tanrısı Neraus'un kızı thetis'in düğünü için Olympos'ta toplanırlar.Düğün aslında belli dengelerin bozulmamasını amaçlamaktadır.Thetis bir ölümsüz olmasına karşın,bir ölümlü ile phthia kralı Peleus'la evlendirilmektedir.Bunu istememektedir ama karar Zeus'tan geldiği içi sesini çıkaramaz.Düğünde bir tatsızlık çıkmaması için Kavga-Nifak tanrısı Eris törene çağrılmaz.Eris buna çok gücenir.Yiğit Heraklis'in "Akşam kızları" (Hesperides) nın bahçesinden çaldığı altın elmalardan biri Eris'in eline geçer.O da üstüne "En Güzele " yazarak elmayı ,şölen sofrasına atar.

Tanrılar ne edeceklerini şaşır.Zeus zor durumdadır.elmayı kime verse bir sorun çıkacaktır.Karısı Hera elmayı kapar, Athena ile Aphrodite buna razı olmaz.

Zeus şöyle bir çözüm bulur:"En güzeli" İda çobanı Paris seçecektir.Hermes üç güzelle İda dağının yolunu tutar.

Zeus'un buyruğu Paris'i şaşırtır.Tanrıçaların üçü de birbirinden güzeldir.Üstelik her biri kendisini seçmesi için bir şey vadetmektedir.Hera "Elmayı bana verirsen Asya ve Avrupa krallığı senin olur." Athena"Beni seçersen savaşta dünyanın en yararlı,en başarılı yiğidi olursun.İnsanüstü bir akıl bağışlarım sana" Aphrodite ise,gülümseyerek "Benden san en güzel kadının sevgisi" der

Paris elmayı Aphrodite 'e uzatır.Böylece ilk güzellik yarışması sonuçlanır.



Kaynakça: http://www.okulyolu.biz/efsaneler/guzellikyarismasi.htm

13 Haziran 2010 Pazar

Milan Kundera'dan Düşündüren Sorular


Şimdi kendinize şunları sormanızı istiyorum:
İnsan gerçeği ne diye söylemeli?, Bizi böyle yapmaya zorlayan ne?, İçtenliği niçin bir erdem olarak görmemiz gerekiyor?, Başkalarının hayatı mı yaşamak istediğimiz?, Hayatımız tekrarlar karmaşası mı?, Hepimizin balık olduğunu öne süren bir deliyle karşılaşsanız, onunla tartışır mısınız ona yüzgeçleriniz olmadığını göstermek için önünde soyunur musunuz?, Sizi hayalleriniz mi yönetiyor yoksa gördükleriniz mi?, Sizin gücünüz ‘var olmanın dayanılmaz hafifliğine’ kapılıp gidiyor mu yoksa beyniniz altında ezilmekte mi bedeniniz?
Hangisi daha olumlu; ağırlık mı, hafiflik mi?
Siz kimsiniz?

http://www.asimbaran.blogspot.com/

Kaynak:http://www.utopyam.com/milan-kundera/

11 Haziran 2010 Cuma

Anlamlı Sözler-asimbaran.blogspot.com

Dostlarım, Dünya'da dost diye bir şey yoktur.
Aristoteles

Anlamlı Sözler-asimbaran.blogspot.com



Beden üzerinde zorbalık uygulayan “despotluk” vardır.
Ruh üzerinde zorbalık uygulayan “despotluk” vardır.
Hem beden hem de ruh üzerinde zorbalık uygulayan “despotluk” vardır.
Birincisine “hükümdar” denir, ikincisine “papa” denir, üçüncüsüne “halk” denir.
O. WİLDE

3 Haziran 2010 Perşembe

Haksızlık!

Ne oldu da dünyayı karşısına alan bir faşist hatta faşizmin doruk noktası ırkçılığı; bilimsel doktrinlerle, felsefi öğretilerle temellendirmeye çalışan bir cani, bu kadar kişi tarafından sempati kazandı? Yahudiliğin ne zamandan beri suç olmaya başladı? Söz gelimi aynı dinden, aynı ırktan iki kişiden birinin suç işlemesi nasıl ikisinin de siciline işliyor? Birinin, bize haksızlık yapması; bizim, diğerine haksızlık yapmamızı, haklı çıkaramaz. Dün Yahudileri fırınlarda yakanla, bu gün insani yardımı da bırakın, yardıma muhtaç insanlar yaratan kafa arasındaki fark nedir? İtalya’da komünistleri öldüren, ABD'de siyahları yakan, Bosna katliamı yapan Sırplı liderle, Irak da vahşet saçan,Hiroşima'ya atom bombası atan, Kuveyt'te katliam yapan, Çin de Türkleri öldüren kafayla, bu kafa arasında ne farkı var?
Hitleri desteklemek, bu gün İsrail hükümetini desteklemekten farklı değil. Bu ötekiler için de geçerlidir.
Ama diyelim ki genel sağduyunun dediği gibi bütün Yahudiler, Naziler tarafından yakıldı, peki hiç akıllara gelmiyor mu; ondan sonra, sıranın kime geleceği? Bunun önünü alacak bir şey yok!

Çünkü:
Önce komünistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım
Çünkü komünist değildim.

Sonra sosyalistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım
çünkü sosyalist değildim.

Sonra sendikacıları götürdüler, sesimi çıkarmadım
çünkü sendikacı değildim.

Sonra Yahudileri götürdüler, sesimi çıkarmadım
çünkü Yahudi değildim.

Sonra beni götürmeye geldiler,
benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.

Pasteur Martin NIEMÖLLER

asimbaran.blogspot.com

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Platonik Aşk

‘‘Platonik aşk’’ günlük dilde çokça kullanılan bir sözcük olmasıyla birlikte Platon felsefesince önemli bir terimdir. Adı Platon’dan türemiş olan ‘‘platonik aşk’’ günlük dilde sadece tek yanlı bir aşk anlamında kullanılmaktadır. Oysa gerçek anlamda ‘‘platonik aşk’’;
Öncelikle bedensel bir istek daha doğrusu bir eros(aşk) etkinliğinden doğan mânia, esriklik yani kendinden geçme ve bir çeşit uçukluk halidir. Bu şekilde herhangi bedene duyulan arzu istek tutku biçimine dönüşüp, arzu duyulan bedensel varlığı aşan onu ulaşılmaz bir kusursuzluk içerisinde ele alınacağı asıl güzelliğin dünyasına yani idealar dünyasına götürür bizi. Artık aşk duyduğumuz bir beden değil o bedene kendinden pay veren saltık değişmez güzellik ideası, formudur.
Bu durumda ‘‘platonik aşk’’ın trajedisi ortaya çıkar yani her ne kadar aşk duyduğumuz, ‘‘platonik aşk’’a bizi sevk eden kişiye ulaşsak da; ‘‘platonik aşk’’ın kendisine hiçbir zaman ulaşılamaz. Ayrıca‘‘platonik aşk’’ın önündeki en büyük engel bensel arzulardan cinselliktir çünkü ‘‘platonik aşk’’ın kendisinde cinsel arzudan arınmışlık vardır.
Kısaca ‘‘platonik aşk’’ bedenle başlayan ama sonrasında bedeni ve tüm bedensel arzularımızın ötesinde onları aşan bir tanrısal deliliktir(madness).




Asım BARAN

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Nietzsche Şiirleri 2


Gitti kafa
Ne cin fikirli kadın, nasıl da böyle ince!
Delirtti yine adamı, adam onu sevince
Âfet öncesi, sahipti kafasına bu kişi:
Şeytan girdi kafasına-hayır, hayır! Bir dişi








Gezgin
‘’Bitti patika!
Uçurum çevresinde ölüm sesizliği!’’
Sen istedin!senindir bu patikadan ayrılma isteği!
Şimdi gezgin sakin ol! Hayatın söz konusu ,ne olursun!
Tehlikede olduğuna inanırsan bil ki kaybolursun!






Kaynak:Friedrich NİETZSCHE, Git Benimle - Git kendinle, Simge Kitapevi

2 Mayıs 2010 Pazar

Yürekten Felaket

Gönül tanrıçasını ararken, şeytan karışır işe.Aksilikler bırakmaz yürekten seveni, bu yüzden mutlu olamaz.Sabır hiç bir anlam içermiyen karadelik oluverir, tüm zamanı içine çeken hem de acılarına rağmen.Hiç yaşamamış sanırsın oysa yaşadıkların vardır, kaybolurlar birden bire.Ama umutsuz değildir bundan dolayı çok azı kendi elleri ile sonlandır hayatını, ,insan severken yürekten zaten göze almşıtır kaybetmeyi.Kaybının büyüklüğü veya küçüklüğü fark etmez zavallı kalır sonuçta hayat karşısında.Ona sorsanız en asil iştir gelmeyecek bir sevgiliyi beklemek, kendine bile yalanlar uydurur bazen bir diktatör olur, baze kralın soytarısı ama bir yalan uydurur önce kendine, ardından roller kabullenir.Bir kendisi olamaz artık ve insan yürekten sevince felaketlere açıktır gardını alamaz, rüzgar bu nerden estiği bilinmez o da kapılır nereden eserse essin, rüzgarın peşine.Gecelerde yaşar genelde gündüzleri başkası olur daha çok.Yatağında cesurdur ve umutlu sabah her şey unutulur.Yürekten seven kişi tehlikedir her zaman çünkü çarpıtır gerçeği bazen sevdiği nesneyi...Onun içindir romatizmin doruklarındaki 2.Dünya felaketi.

Asım BARAN

30 Nisan 2010 Cuma

Nedir Bu 1 Mayıs?


İşçi ve emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan, birlik ve dayanışmayı öngören ve haksızlıkla mücadele günüdür.Marxist anlamda proleterya yani işçi sınıfının bayramı olarak kabul edilir. Dünyada şu an tüm ülkelrede resmi tatil kabul edilen bu gün; Türkiye'de ilk defa İşçi Bayramı adı altında 1923'te resmi tatil ilan edilmiştir.İlk defa Austuralya Melbourne'da 1856 yılında inşaat ve taş işçileri çalışma saatlerini 8 saate indirilmesi için Melbourne Üniversitesinde Parlenento evine doğru yürümüşlerdir.Bir defalık planlanmasına rağmen diğre 1 mayıs tarihin'de de tekrarlanmıştır.1886'da ise işçiler, Amerika İşçi Sendikası Federeasyonu Önderliğinde, haftada 6 gün 12 saatlik işlerinin 8 saate indirilmesi için grev yapmışlardır.Chicago'da yaklaşık yarım milyon işçi katılmıştır, ancak en büyük etki ise Luizvil'de olmuştur.Luizvil'de siyah ve beyaz işçiler birlik olup o dönem siyahların parklara kapalı olması na rağmen bu işçi grubu Luizvil Ulusal Park'a girmişlerdir.Bu olay gazetelerde önyarglıarın yıkılması olarak yer bulmuştur.Ancak en önemli gelişmeler 1 mayıstan sonra yaşanmıştır.3 Mayısta sokağa çıkan McCormick adında bir fabrikatörün fabrikasından atılan işçiler, fabrika önünde miting düzenlemişlerdir.Bu mitingin sonuna doğru McCormick fabrikasındaki grev kırıcılarını devreye sokmuştur.Çıkan olaylara müdahele eden polisin açtığı ateş sonrası 4 işçi hayatını kaybetmiş,onlarcası yaranlmıştır.4 mayısta Haymarket Alanı'nda bu olay protesto edilirken nerden geldiği bilinmeye bir bomba polislerin önüne düşmüş 7'si ölmüş 69'u yaralanmıştır.Binlerce işiçi asılsız bir ithalarla tutuklanmış tutuklularadan bir kaçı idama edilmiştir.1889 yılında İkinci Enterasyonel'de alınan kararla da 1 Mayıs'ın "birik, mücadele ve dayanışma günü" olarak kutlanmasına karar verilmiştir.Türkiye'de de çeşitli aşamalardan geçmiş olan 1 Mayıs, 1923 de işçi bayramı olarak kabul edilmiş, 1924 işçi bayramının kitlesel olarak kutlanması yasaklanmıştır.1925 Takrir_i Sûkun yasası ile işçi bayramı yasaklanmış ve 1935 te "Bahar ve çiçek bayramı olarak ücretsiz tatil olarak ilan edilmiştir.1976 yılında geniş kapsamlı Taksim`de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu`nun organizasyonu altında gerçekleşmiştir.1 Mayıs 1977 tarihinde ise en geniş katılımlı bir toplantı düzenlenmiştir.500 bin kişiyi bulan bu toplantıda işçilerin üzerine açılan ateş sonrası 34 işçi hayatını kaybetmiş bir çoğu da yaralanmıştır.Bu "kanlı 1 mayıs" olarak tarihe geçmiştir.1981 yılında Milli Güvenlik Konseyi kararı ile 1 mayıs resmi tatil olamaktan çıkmıtır.2008 yılına kadara resmi tatil olmaktan çıkan 1 Mayıs'ın "Emek ve Dayanışma Günü" olarak kutlanılması kabul edilmiş, tabi o tarihe kadar olaylar yer yer devam etmiş bazı vatandaşlar hayatlarını kaybetmiştir.2009 nisanında 1 Mayıs 1981 den sonra yine resmi tatil ilan edilmiş ancak taksim meydanına çıkılması yasaklanmıştır.Son olara 2010 da ise 1 Mayıs'ın taksimde kutlanılmasını serbest bırakılmıştır.


Asım BARAN


28 Nisan 2010 Çarşamba

Birileri

Sabah uykudan uyandığımızda her şey yolundadır. Biraz gürültü, patırtı kulaklarımızı kabarttığımız sohbetler. Birileri gazetemizi kapımıza bırakmış, birileri ekmekleri… Birileri posta kutumuza mektupları bırakmıştır. Birileri üyesi olduğumuz derginin son sayısını bırakmıştır. Birileri sokağı temizlemiş, çöpleri toplamış. Birileri dükkânlar açıp bir şeyler satmaktadır. Birileri otobüs durağında bir yerlere gitmenin telaşındadır. Birileri bize iş vermiş. Birileri bizden hizmet beklemektedir. Biz birilerine hizmet etmekteyiz. Birileri yasalar çıkarmış birileri yasaları ihlal etmiş. Birileri yasaları ihlal edenleri yakalamış, Birileri yargılamış ve birileri hala bize gelen elektrik arızalandığı an arızayı gidermeye çalışmaktadır. Yani hayatımızın her yerinde birileri var.
Peki, kimdir bu birileri? Biz bu birilerinden ne kadar haberdarız. Birilerine göre biz de birileri değil miyiz?
Kısaca yabancılığımızın ve yalnızlığımızın belirtileri yani ‘’birileri’’.
Hep birileri vardır hayatımda, benim hayatıma muhtaç olmayan. Ben yardım etmeyince ölmek üzeri olan bir yaralıya onu birilerine emanet ederim aslında. Ben çıkınca bulunduğum şehirden birileri kalır bulunduğum yerlerde yaşamaya devam eden. Ben herhangi bir konu için düşünürken belki birileri çoktan düşünmüştür benim gibi ve ben yazmak istiyorsam bildiğim şeyleri birileri okur diye yazıyorumdur. Bir gün ben ölsem de birileri yaşamaya devam edecektir. Birileri hep hayatımdaydı ama onların hayatıma ihtiyacı bile yoktu. Yaşıyorlar tıpkı benim gibi nefes alıyorlar konuşuyorlar duyuyorum, önümden geçiyorlar görüyorum ama tanımıyorum onları. Ve sorsalar bana gelen seslerin nedenini birilerinin sesleri derim.
Bazen televizyonda izliyorum bazen gazeteler okuyorum birileri bana birilerini anlatıyor. Bazen aynı binada olduğumu görüyorum bazen aynı semtte ama hiç tanımadığımı biliyorum.
Birileri var dünyada her biri ayrı bir rolde; kimi doktor, kimi polis ,kimi hırsız, kimi işçi ama benim için birileri…
Herkese yabancı yaşamak birilerinin çokluğunda boğulmaktır. Ne kadar yalnızsam birileri o kadar fazladır. Yalnızlığımızın sebebi değildir birileri, yalnızlığımın sonucu da… Ama söyleyebileceğim tek şey ne kadar birileri varsa hayatımda o kadar yalnız bir hayat sürüyor olmamdır.
Sözgelimi başka bir ülkede başka bir şehirde başka bir mahallede yaşayan kişilerin birileri olması normaldir. Ancak normal olmayan şey kapı komşumuzun, günlük hizmet veren kişilerin, günlük alışverişimizi yaptığımız kişilerin birileri konumunda oluşudur.
Birileri başkalarıdır, başkaları da birileri… Herkes başkası olabilir bizim için ama herkes birileri değildir. Biz yabancı olduğumuz, tanımadığımız kişilere birileri deriz. Yabancı olduğumuz insanlardır birileri… Yabancı olduğumuz kadar da yalnızız.
Gelişmişlik yalnızlığa götürdü bizi. Modern insan yalnız, modern insan yabancı ve modern insan korkak, tedirgin.
Mustafa ÖZODAŞIK’ ın ‘’ Modern İnsanın Yalnızlığı ’’*kitabında yalnızlık iki anlamda ele alınmıştır.
Along (Robinsoncu)Yalnızlık: Fiziksel olarak bir başına olma halidir.
Lonely (Psikolojik Yalnızlık):Kalabalık içerisinde olma durumunda dahi psikolojik bir başınalık durumudur.
Ayrıca yalnızlık yaşantısı altı başlık altında toplanmıştır.
1) Bir Başına Oluş(fiziksel yalnızlık):Bu bir başına olma halidir. Bu yalnızlığı çekenler;
a) Fiziksel uyaranlardan mahrum bırakılanlar. ÖRNEK: Savaş esirleri.
b) Yalnız çalışmak zorunda olanlar. ÖRNEK: Gece bekçileri, çobanlar, kamyon şoförleri vb…
c) Sevdiği birini kaybeden kimseler.
2) Yabancılaşma: Kişileşme çabası içinde olup bu süreci hızlı yaşamaya çalışıp, içinde bulunduğu kültüre, değerlere zıt düşen kişilerin yalnızlığıdır. ÖRNEK: Enteller
3) Kınanma: Toplumdan oldukça farklı özellikler göstererek istenmeyen davranış gösterenlerin yaşadığı yalnızlıktır. ÖRNEK: Alkolikler, hırsızlar, homoseksüeller vb…
4) Asimilasyon: Hâkim kültürlerin içerisinde eriyen alt kültür insanlarının ortada(üst ve alt kültürün)kalarak yaşadıkları yalnızlıktır. ÖRNEK: Fransa’da yaşayan Cezayir asıllı insanlar.
5) Kendi İsteği ile Oluşan Yalnızlık: Sanatçıların, bilim adamlarının yaşadığı yalnızlıktır. Bu yalnızlıktaki kişiler kendilerini yalnız hissetmezler, yapıtları ile bütünleşip kendilerini toplum içerisinde hissederler.
6) Gerçek Yalnızlık: Şimdiye kadarki yalnızlıklar along anlamda yalnızlıklardı. Bu yalnızlık ise lonely anlamda yani psikolojik yalnızlıktır. Modern insanın yalnızlığının en büyük göstergesidir. Bu kişiler çevreleri geniş olsa da hep yalnızlık hissiyle yaşarlar. Düşüncelerinin anlaşılmayacağı, kimsenin kendilerine yardım edemeyecekleri kanısındadırlar.
Yalnızlık olumsuz bir etki uyandırır insan yalnızlığı ile kolay kolay yüzleşemez, ona bunu unutturan şeyler vardır. ÖRNEK: Alkol, TV, bilgisayar, Chat programları, uyuşturucu maddeler vb…
Ayrıca günümüz dizileri, oyunları teknoloji yalnızlığımızı pekiştirip bize normalmiş gibi hissettirmektedir.
Örneğin: Mahallenin Muhtarları adlı bilinen dizi bize bir mahallenin sosyal dayanışmasını anlatmaktaydı. Herkesin bir birini tanıdığı birilerinin hâkim olmadığı bir mahalle anlatılmaktaydı. Herkes bir birine adıyla hitap etmekteydi. Çaycı Temel, eczacı Babür, Hemşire Handan gibi…
Oysa günümüz dizilerinde Sit-com kültürü yerleşmiş olup küçük bir ailenin yaşantısı ekrana taşımaktadır.Hatta ağa dizilerinde bile durum böyledir.
Çizgi filmlerimiz bile yalnızlığımızdan payını almıştır. Şirinler, Susam Sokağı gibi sosyal çizgiler yerini Dijimon,Pokemon gibi değerden yoksun üç,beş arkadaşın maceralarını anlatıyor.
Oyunlarımız eskiden belli bir kalabalığı gerektirirken saklambaç, körebe, bilye oyunu gibi oyunlar iken, günümüz oyun anlayışları PS,Nintendo ,X_Box, PC oyunları gibi birysel olarak da haz veren oyunlar ile değişmiştir.
Ayrıca internet alemindeki Chat programları bize sosyal çevre karşısında alternatif oluşturmaktadır.
Yalnızlığımızı bastırmak birilerinin hayatımızdaki yerini azaltmak istiyorsak; sevmeliyiz. Sevgi bağlarıyla bağlanmalıyız insanlara, biraz daha anlayışlı gösterip sempati geliştirmeliyiz. Ancak böyle aşılır yalnızlığımız.
Sonuç olarak biz de en yakınlarımıza birileri olmadan önce hayatımızdaki birilerini azaltmalıyız.



Asım BARAN




Yalnızlık Şiiri
Bilmezler yalnız yaşamayanlar
Nasıl korku verir sessizlik insana
İnsan nasıl konuşur kendisiyle
Nasıl koşar aynalara
Bir cana hasret
Bilmezler!
O.Veli KANIK




*Mustafa ÖZODAŞIK,Modern İnsanın Yalnızlığı,Çizgi yayınevi,2001


22 Nisan 2010 Perşembe

Halil Cibrani-Sözler

'Bir söz söylemeye geldim ve onu şimdi söyleyeceğim. Ama eğer ölüm engellerse beni, o söyleyecektir Yarın tarafından, çünkü Yarın Sonsuzluk'un kitabında hiçbir sır barınmaz. Yaşamaya geldim, Sevgi'nin görkeminde ve Güzel'in ışıltısında, onlar ki yansımalarıdır Tanrı'nın. buradayım yaşıyorum ve sürgün edilmem yaşam alanından, çünkü canlıdır sözüm ve ölünce de yaşatacaktır beni. Herkesin yanında ve herkesin uğrunda olmaya geldim ve bugün benim tek başıma yaptıklarım Yarın yankılanacaktır yığınlardan. Şimdi neler söylüyorsam tek yürekten, Yarın söylenecektir binlerce yürek tarafından.' Vardım Ve varım Sonuna dek varolacağım zamanım. Çünkü yoktur sonum benim.

Kaynak:Halil CİBRANİ,"Sözler",Anahtar Kitaplar Yayınevi,çev: Aytunç Altındal,Arka Kapak

15 Nisan 2010 Perşembe

YAŞAMAK YÜREK İSTER

Yaşamak yürek ister; belki de bu yüzden dünyaya gelenlerin çok azı yaşar. Çoğunluğu yalnızca yaşadığı günü kurtarır, var olmakla yetinir ve kendi varlığı altında ezildikçe ezilir. Değiştiremeyeceği gerçekleri olduğu gibi kabul etmek ve bu değişmezlikten kendine yeni bir yaşam sevinci yaratmak da yürek ister; değiştirebileceğini değiştirmeye çalışmak da. Sanıldığı gibi insanı korkutan; dünya, zorluklar, yaşam koşulları ya da başkaları değildir. İnsan en çok kendisinden korkar; kendi duygularından, kendi güçsüzlüklerinden, kendi zaaflarından, kendi acılarından, kendi coşkularından ürker. Yaşama her dokunuşunda, duygularının alevlenip kendisini yakacağından çekinir. Onun için kaçar yaşamdan, aşktan kaçar, öfkeden, hareketten, sevinçten, kendisinden kaçar. Korku yüzünden yaşanamamış bir yaşamı ellerinde taşımaktan yorularak, kendisine uydurduğu bin bir türlü mazeretle yaşama arkasını dönmeye, gizlenmeye uğraşıp, gizliden gizliye yok olmaya çabalar. Korku kendine acımayı getirir; kendini zavallılaştırmaya baslar yaşamdan korktukça. Yaşamla yüz yüze gelmektense ağır ağır erimeyi tercih eder. Korktukça azalır gücü; korkuyla yaralanan bedeni artık en küçük bir dokunuşta acıyla inler. Her acıda korkusu biraz daha artar ve girdap gibi çeker içine güçsüzlük onu. Kendi korkusuna kalkıp kader der sonra, korkuyu değiştirilmez bir gerçek, alnına yazılmış bir yazgı olarak görür. Yeni bir aşkın düşüncesi bile titretir onu. Kalabalıktan korktuğu kadar yalnızlıktan da korkar. Hayatın hiçbir haline dayanamaz durumlara gelir. Sırtında yaşayamadığı hayatı, önünde yaşanacak günleriyle, kendi geçmişiyle geleceği arasında sıkışır kalır artık.

Kendi duygularıyla kuşatılır; döndüğü her yanda bir düşman gibi kendi duyguları çıkar karşısına. Şu yana dönse orada bir mutluluk vardır ama o mutluluğu değil mutluluğun arkasında gölgesi sezilen acıyı görür. Bu yana döndüğünde bir isyanın şevki vardır ama o isyanın çekiciliğini değil o isyan için ödenecek bedelin ağırlığının fark eder. Beri yanında bir aşk bekler onu ama o aşkın arkasından gelebilecek terk edilme ihtimaline diker gözlerini. Her kıpırtıyla örselenebileceğinden çekindiği için kıpırdayamaz bile yerinden; yaşama yaklaşabilmek için bir tek adım bile atmaya yetmez cesareti. Ona sevinci gösterseniz; "ya sonra" diye sorar! Aşkı gösterseniz, gene ayni sorudur onun aklini kurcalayan; "ya sonra"! Öfke, coşku, dostluk, sevişme, başkaldırı, direnme hep aynı soruyu sürükler peşinden; "ya sonra". Bilinmeyen bir "ya sonra" için bilinenlerin hepsini ıskalamayı kabullenir. Ama ne garip, duygularından, yaşanacakların sonrasından korkanlar, acıdan sakınanlar çeker en büyük acıyı. Yaşanmamış bütün duyguları zehirli sarmaşıklar gibi boy atıp ruhlarına dolanır. "Sonrası umurumda bile değil" deyip yaşamla kucak kucağa gelenlerden çok daha fazla yarayı yaşayamadıkları için alırlar. Yakınıp dururlar; çektikleri acılardan söz ederler. Acıyı da çekerler gerçekten ama acıdan korktukları için bunca acıyı çektiklerini görmezler bir türlü. Yaşamanın cesaret istediğini fark edemezler. Onun için çok az insan yaşar; çoğunluk yalnızca gününü kurtarır. Yaşanmamış günlerin altında inleyen çaresiz bir köle gibi yitik bir hayatı taşır güçsüz omuzlarında.

Kendi gerçeklerimiz, kendi duygularımızdır bizi böylesine ürküten; çatal diliyle tıslayan bir yılan görmüş tavşan gibi kendi kendimizi hareketsiz bırakan. Ve ne kadar çok korkarsanız, korkunuz o kadar artar. Ne kadar yaşarsanız, cesaretiniz o ölçüde bilenir. Yaşayamıyorsanız eğer, bu başkalarından dolayı değildir. Sizi güçsüzleştiren, sizi çaresizleştiren, sizi isyanlardan alıkoyan, değiştiremeyeceklerinizi kabul etmenize engel olan, değiştirebileceklerinizin üstüne gitmenize izin vermeyen, sizi yaşatmayan, sizin kendi korkularınızdır.

YAŞAMAK YÜREK iSTER ÇÜNKÜ.




OSCAR WILDE - çev.CAN AKIN


Kaynak:http://www.edebiyatdefteri.com

Tükenenler

"Nerede tükettin ömrünü ?Bir hareketin hatırası, bir tutkunun işareti, bir maceranın parıltısı, güzel ve firari bir cinnet-geçmişinde bunların hiçbiri yok; hiç bir sayıklama senin ismini taşımıyor, seni hiç bir zaaf onurlandırmıyor.İz bırakmadan kayıp gittin; senin rüyan neydi peki?
Kökeninde aldatıcı ve yıkıma mahkûm olmayan hiçbir 'yeni' hayat görmedim şimdiye kadar. Her insanın zaman içinde ilerleyip bunaltılı bir geviş getirmesiyle kendini tecrit ettiğini, yenilenme niyetine de ümitlerinin beklenmedik yüz buruşturmsıyla karşılaşıp kendi içine düştüğünü gördüm..."
E. M. Cioran

6 Nisan 2010 Salı

ALBERT CAMUS VE FELSEFESİ

Albert CAMUS 1913-1960 yılları arasında yaşamış, iki dünya savaşını da görmüş, Fransız asıllı Cezayir doğumlu, nobel ödülü almış edebiyat dünyasından da kendinden sıkça söz ettirmiştir. Camus'un felsefesi ise diğer felsefelerden uygulama açısından ayrılan tam bir hayat felsefesidir. Camus'e göre hayat anlamsız ve saçmadır. Akla uygun bir düzen arayışımızın sonucu hep hüsran olacaktır çünkü; dünya diğer filozofların dediği gibi akılsal bir işleyişe, bir düzene sahip değildir. Geçmiş tüm filozoflar süpekülatif, düşüntülü bir çok şey söylemelerine ramen hayat hakkında hiç bir şey söylememişlerdir. Oysa her şeyden önce sorulması gerekn bir soru vardır ''hayat yaşamaya değer mi değil mi?'' Hayat anlamsız ve saçmaysa öyleyse ne yapmalı bu saçmalığı sonlandırmak adına hayatın sonlanması sorunu çözer mi? Bu bakımdan felsefenin en temel sorunu intihardır. İnsan bir düzenden söz edemiyorsa, tanrının yokluğu nedeniyle saçma olan bu dünyada insan ölümü seçmeli mi? Hayır diyor Camus dünya anlamdan yoksun ve saçma da olsa insan bu saçmalığa başkaldırmalı ve yaşamalı,insan her şeye baş kaldırmalı bu hayatın saçmalığına ,totoliter rejimlerin baskısına, ölümleri normalleştiren savaş senaryolarına. Bireysel başkaldırı ile bir kollektiff yaratmalı. Sonuçta ne demiş Camus ''baş kaldırıyorum o halde varız.''



Asım BARAN

Golf

Bir rahip,bir doktor ve bir filozof golf oynamak maksadıyla golf sahasına gittiklerinde görürler ki saha doludur.Fakat işin enteresan yanı o sırada oyun oynamakta olan yaşlı dört adam oldukça kötü oynamaktadırlar.Sonunda dayanamayıp yetkiliye şikayet ederler:


''Tamam,anladık,kabul ediyoruz,sıra onların.Fakat siz çok iyi bir kulüpsünüz.Bu kadar kötü bir oyunun oynanmasına nasıl seyirci kalabiliyorsunuz?''

Bunun üzerine yetkili ,o kişilerin kulübün ortakları olduklarını ve hepsinin kör olduğunu,bu yüzden o kadar kötü oynadıklarını söyleyince,papaz pişmanlık ve mahcubiyet içerisinde:

''Ben papazım,lütfen herhangi bir ihtiyaçlarında beni şu kilisede bulsunlar.''der ve apar topar gider.

Doktor aynı şekilde''ben dünyanın en ünlü göz doktorlarından biriyim.Herhangi bir şikayetlerinde onlara yardım etmeyi çok isterim.''deyip hemen evine doğru yola koyulur.

Filozof ise gayet soğukkanlı bir şekilde sorar :
''İyi de niye gece oynamıyorlar ki?







Asım BARAN

Kaynak:Ömer SEVİNÇGÜL,Kısa,Kolay,Keyifli Felsefe,Carpe Diem(say 36)

Diogenes ve Kynikler

Diogenes(Diyojen) m.ö. 403-356 yıları arasında yaşmış ''kynikler'' adındaki bir okulun filozofudur.Bu okula göre en yüce değer erdemdir.Bunun için ise hayatın aldatıcı gereksinimlerinden sıyrılmak gerekmektedir.Bu filozoflar bu öğreti çercevesinde bir fıçının içinde yaşarlar ve birkaç ihtiyaçları dışında cinsellik dahil hiçbir gereksinim için çaba göstermezler bunlardan sıyrılmaya çalışırlar. Zaten ''kyniklerin'' türkçe cevirisi ''köpeksiler'' olarak çevrilmektedir.Diogenes'ne dönecek olusak bu okulun en fazla tanınmış filozofudur en önemli yönü sivri dillliliğidir.

Ben Çekilirim*
Yoksul Diogenes ,bir gün dar bir sokakta kibirli bir zenginle karşılaşır.İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir.
Kibirli zengin hor gördüğü fiozofa ''ben bir serserinin önünden çekilmem!'' demiş.
Diogenes,hemen kenara çekilerek,gayet sakin bir şekilde şu karşılığı verir:
Ben çekilirim.


Asım BARAN

*Kaynak:Ömer SEVİNÇGÜL ,Kısa,Kolay, Keyifli Felsefe,Carpe Diem(Say 53-54)

5 Nisan 2010 Pazartesi

Filozof ve Çocuk

Filozofun bilmediği şey yoktu
Tepeye doğru çıktı çocuk ve filozof

Bak dedi çocuk şu
Tepede çıkan portakal güzele
Güneş doğuyor
Çocuğa döndü filozof
Güneş doğmaz doğurmaz
Sadece dünya güneşin etrafında döner
Yürüdüler
Bak dedi çocuk
Pamuk gibi beyazları göstererek
Bak dedi bulutlar bize neler anlatıyor
Yok dedi filozof
Onlar sadece buhar birazdan yağmur yağar
Yağmur dedi çocuk
Yağar gökler ağlayınca
Sus dedi filozof atmosfer olayını bana anlatma
Yürüdüler çocukla
Çiçekler açmıştı
Rüzgârla savrulan
Bak dedi çocuk bizi selamlıyor tabiat
Filozof bir şey demedi bıkmıştı
Döndü çocuk konuşmadığı için filozofa
Neden sustun dedi
İnanmıyor musun sen bana?
Peki, aşk var mı dünyada
Biyolojik olduğunu söyledi filozof
Her şeyi biliyordu filozof
Ama mutlu değildi
Çocuk neşeli bir kaplan gibiydi
Çocuğa baktı filozof
Konuştu sonunda içini dökercesine
Ya sen susma ben susayım
Mutluluk bilmek değildir yaşamaktır hayal yada düş olarak
Anlat dedi
Güneşin doğuşunu
Göklerin ağlayışını
Çiçeklerin selamlayışını
Anlat hadi
Aşkı anlat
Ben bilmiyorum mutluluğu
Bana mutluluğu anlat.


Asım BARAN

Konya Enerjetizm Okulu

Namdar Rahmi KARATAY ve Naci Fikret BAŞTAK 1925-1929 yıları arasında Konya’da kurmuş oldukları okulun ismidir. Bu okul yaklaşık 4 yıl görüşlerini Yeni Fikir dergisi ile yaymaya çalışmışlardır.

Temel görüşleri Alman Filozof Wilhelm Ostwalt’ın enerjityizm kuramından yola çıkılarak oluşturulmuştur. Bu kurama göre her şey enerjiden ve enerjinin değişmelerinden oluşmaktadır. Maddi olan kadar ruhani olan da enerjidir. İnsan da enerjinin bir yansımasıydı. İnsan da kudret değişiminden başka bir şey değildir. Hatta en basit fizik ve kimya olayları nasıl ki bir kudret tesirinde oluşuyorsa, insandaki en yüksek akli faaliyetler de ve ruhsal esinlenmeler de tıpkı onlar gibi aynı kudretten yani enerjiden kaynaklanmaktadır.

Ancak Namdar Rahmi ve Naci Fikret’in aynı zamanda Konya’da öğretmenlik görevi de yapmaktaydılar.1929 yılında Namdar Rahmi’nin farklı bir yere atanmasıyla ve geliştirdikleri felsefenin o dönemde pek de destek bulamamasından dolayı bu okul aynı yıl kapanmıştır. Pek de özgün bir zemine sahip olmayan bu okul yine de felsefenin Türkiye’de gelişimi açısından az da olsa önemli bir yere sahiptir.




Asım BARAN

LOCKE VE DEVRİM

İngiliz ampirizmin(deneyimcilik) önemli temsilcilerinden olan John Locke aynı zamanda iyi bir siyaset düşünürüdür. Onun liberalizm ve mülkiyetçilik anlamında önemli katkıları olmuştur. Söz gelimi Locke insanın doğuştan bir takım hakları olduğunu savunmuştur. Bunlar yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakkıdır. İnsanın doğal durumunda bu hakları vardı ve insanlar bu şekilde doğuştan iyi ya da kötü değildiler. Ancak olası bir ihmalkârlık veya bir haksızlık durunda kimin haklı olacağı ya da haksızlık edilen kişi hakkını alabilecek güçte değilse orada bir adaletsizlik doğabilir. Bu durum gözetilerek insanlar bir toplum sözleşmesi oluşturmuştur, herhangi bir haksızlık durumunda hak arayacak olan birey değil birey adına toplum olacaktır. Sözleşme ile de toplumun bu gücü devlete sevk edilmiştir. Bu bakımdan devlet insanların öncelikle mülkiyet olmak üzere tüm haklarını savunmakla mükelleftir. Buna karşılık olarak da vatandaşlar da devlete karşı vatandaşlık görevleri ile sorumludurlar. İş bu noktadayken vatandaşlar devlete karşı sorumluluklarını yerine getirirken devlet de insanın temel haklarını ihlal ederse halkın ihtilala yani devrime hakkı doğmaktadır. Ancak bu devrim devleti yok etmek parçalamak değil sadece mevcut yönetimi düzeltmek amaçlıdır.

Bu konuda anarşizmin doğacağını savunan kişilere ise Locke 1668 İngiliz devrimini gözeterek oluşturduğu bu kuram çerçevesinde böyle bir şeyin olamayacağını halkın sadece küçük olaylarda değil önü engellenemez yolsuzluk ve haksızlıklarda bunu kullanacağını savunmuştur. Çünkü Locke'a göre bir devlette zaten her zaman küçük çaplı yolsuzluklar yapılmaktadır ve halk bunlara göz yummaktadır.




Asım BARAN

MODERNLİK,CİNSELLİK VE FOUCAULT

1926-1984 yılları arasında yaşamış olan Michel FOUCAULT kuşkusuz çağdaş düşünürler arasındaki en ilginç kişiliğe sahip olanlarındandır. Modernizmin en büyük eleştirmenlerinden biri olan Foucault’a göre modernliğin anlamı kontrol altında tutmaktan başka bir şey değildir. Sözgelimi modernlik ile insanlar eskiden olmadıkları kadar kontrol altında tutulmaktadırlar, bunun yapılabilmesi için ise insanların tektipleştirildiği bir dünya yaratılmaya çalışıldığını öne sürer.
Bunlara ek olarak bilginin ahlakın, hapishanelerin, deliğin, cinselliğin ve akla gelebilecek her şeyin soykütüğünü çıkaran Foucault’un en çarpıcı analizi cinsellik üzerine olmuştur. Söz gelimim eşcinsellikten evliliğe, fahişelikten çok eşliliğe çeşitli cinsel pratiklerin soykütlerini çıkararak; homoseksüellik, eşcinsellik, transseksüellik, biseksüellik ve bunlara ek olarak mastürbasyon tutkusu(onanizm),röntgencilik ya da erkeğe doymazlık(nemfomanya) gibi cinsel sapkınlık diye alınan şeylerin ne bir hastalık ne de buna benzer bir sapkınlık olmadıklarını da öne süren Foucault bu tür cinsel eylemlerde hastalık, normal, anormal gibi tutumların iktidar söylemlerinden başka bir şey olmadıklarını öne sürmüştür. Bunun temel gerekçesi olarak da insanın öyle bildik bir özü ve doğasının olmayışını göstermeye çalışmıştır. Yani insanın, doğası gereği bugünkü anlamda normal insanlar gibi olmak için bir zorunlu bağın olmadığını dile getirmiş. Bunların her zaman için söylemin iktidar rejimlerince yapılanmış denetleme amaçlı düzenekler olarak görülmesi gerektiğini savunmuştur.




Asım BARAN

NOEL MUCİZESİ: BİR BİLİMCİNİN DOĞUŞU

17.yüzyıl İngiltere’sinde Noel gününde babasız olarak dünyaya gelen bir bebeğin büyüyünce çok önemli bir kişi olacağına inanılırdı. Tam da buna örnek olarak 25 Aralık 1642’de yeni Noel gününde çok zayıf ve çelimsiz bir bebek olarak bir erkek çocuk dünyaya geldi. Bu çocuğun ebeveynleri 1642 yılının nisanında evlenmişlerdi ve babası o doğmadan birkaç ay önce ölmüştü. Bunu izleyen aralık ayında bu çocuk sekiz aylıkken babasız olarak dünyaya geldi.

Çocuk henüz üç yaşında iken annesi onu terk ederek zengin bir rahiple, Barnabas Smith’le evlendi ve çocuğa büyükannesi baktı. Hiç kuşku yok ki üvey babasından nefret etti ve annesini de kendisini bıraktığı için kızdı. Sadece annesine kızmakla kalmadı, aynı zamanda bütün kadınlardan nefret ederek hayatının sonuna karar hiç evlenmedi.

Daha fazla merak uyandırmadan bu kişinin adının vereyim. Bu kişi İsaac NEWTON’du. Yaklaşık olarak 2000 yıllık Aristo fiziğine darbeyi indiren, büyük bir çığır açan NEWTON’un böyle ilginç bir hikâyesi var.






Asım BARAN

Epiküros ve Ölüm Korkusu

Ölüm karşısında ürperiş; her ölümlü, ölüm karşısında ürperir bazen hayatı sever insanlar. Epikür da kuşkusuz çok sevenlerdendi. Fakat o da biliyordu ölümün bir gün onu alacağını bunun için hedonizmi yani hazcılığı önerdi herkese. Değil midir ki ölüm var öyle ise nedir bu benim senin onun, yedim içtim kavgası sevin kendinizi, alabileceğinizi kadar haz alın, olabileceğiniz kadar mutlu olun. Ölüm bunların ellerimizden alacak başka da bir şey bırakmayacak. İşte bunun için carpe diem, yaşadığın anın tadını çıkar. Ve ardından bir çözüm önerdi Epiküros; ölümden her şeye rağmen korkmaktan vazgeçemeyenlere "ölüm varken ben yokum, ben varken de ölüm yok" diye.



Asım BARAN

Kötülük Problemi ve Leibniz’in Olanaklı Dünyası

Kötülük problemi Orta Çağ'dan başlayarak günümüze kadar gelmiş bir sorundur. Tanrı aleyhinde iddialarda bulunan düşünürler iyi bir tanrının yarattığı dünyada kötünün de olamayacağını, dünyada kötü dediğimiz şeylerden söz edebiliyorsak ya söylenilen anlamda tanrının iyi olamayacağını, ya da tanrının varlığının mümkün olamayacağını dile getirmişlerdir. Leibniz felsefesi doğrultusunda bu soruna şöyle bir yanıtta bulunmuştur; birçok dünya vardır, bu dünya ise olması olanaklı olan dünyalar arasında en iyisidir. Bunun dışında daha iyi bir dünya ütopyadan başka bir şey olamaz. Böyle bir dünyanın da olması mümkün olamayacağından ya dünya olmayacaktı ya da kötülüğün de, iyiliğin de olabileceği bir dünya var olacaktı ki; sonuçta biz o dünyada yaşıyoruz.





Asım BARAN

Genelin İstenci Olarak Özgürlük ve Rousseau

İnsanların doğuştan iyi olduklarını savunan Rousseau doğa durumunda insanların özgür olduklarını şöyle dile getirir:''İnsanlar özgür doğar ama her yerde zincire vurulur.''Bu zincirlerin medeniyetten başka bir şey olmadığını dile getirir.Medeniyet insanlara, özlerindeki iyiliği unutturmuş,özgür olmalarına rağmen özgürlüklerinin ellerinden almıştır.Bunu da bir insanın doğa durumunda bir toprağın çevresini, çitle örerek burası benimdir demesi ve diğer insanların Rousseau'nun deyimiyle ''ahmakların'' inanmasıyla medeniyet süreci başlamıştır.Peki ne yapmalı?Rousseu'ya göre yapılması gereken, madem ki medeniyet durumuna girilmiş bundan çıkılması da mümkün değil; öyle ise doğa durumuna yaklaşmalıdır insanlar.Bunu da sağalyacak olan toplum sözleşmesidir.Bu sayede genelin istenci olarak, özgürlük için her birey kısmi bir takım özgürlüklerinden kısmak zorundadır.Böylece az bir özgürlükten ödün vererek çok daha fazla özgür olunacaktır.Peki bunu her şeye rağmen kabul etmeyenler ne olacak dediğimizde Rousseau genelin istencine boyun eğdirilecekler ,yani özgürlüğe zorlanacaklar diye de ekler.





Asım BARAN

Tik Tak Kant

İmanuel Kant 1724-1804 yılları arasında Almanya’nın Konigsberg kentinde doğmuş ve ömrünün sonuna kadar da orada yaşamış ve Konigsberg üniversitesi dışnda bir yere gitmemiştir.Son derece zeki olan Kant ömrü boyunca hastalıklı bir bedene mahkum olmuştur.Fakat bu onun başarılarının ve büyük filozoflar arasına girmesini engellememiştir.Ama en ilginç yönü bir saat kadar dakik olmasıdır.Kant'la aynı semtte oturan insanlar saatlerini Kant'ın gezi ,üniversiteye gitme ,eve dönme saatlerine göre ayarlarlarmış.Üniversite dışında günlük olarak yaptığı tek şey ise günlük gezisiydi. Kant'ın bu gezisi ise bir çınarın etrafında üç tur atmaktan oluşuyordu.




Asım BARAN

Pyrrhon Hakikatin Uzağında


Pyrrhon (365-275) septizm, kuşkuculuk okulunun kurucusudur. Pyrrhon insanın aklının bilgiye ulaşmaya muktedir olamadığını, görünüşlerden sıyrılıp hakikate ulaşamayacağını belirtmiştir.Bu bakımdan her hangi bir yargı için hem aleyhte hem de lehte kanıtlar bulabilmektedir.Öyle ise yapılması gereken bellidir; yargıdan kaçınmak .Bu bakımdan ''epokhe'' der.Yani yargılarını ertele, askıya al yani; kesin yardılar yerine olabilir,bence gibi kesin yargı içermeyen kelimeler kullanılmalıdır.Böylece insan hiç bir zaman yanılmaz. Aslında ,bu günümüz psikolojisinde de kullanılabilmek üzere, hayal kırıklıklarımızı önler.Ancak böyle bir şeyin insanı kararlı olması gereken hedeflerinin gerçekleştirmesinin de önünü kesseceğinden; yararı tartışmalıdır.Fakat bunun tam da denk düştüğü şeyi Pyrrhon bir bilgeye yakştırır, bu tavır kesinliğin bilinemez olduğunu,bilgiden uzak olduğunu bilenin, önündeki yanılma olanağını yok eder.Çünkü bir konu hakkında bir şey ileri süren bilge bunu kesin gerçekliğinden bağımsız şekilde dile getirdiği taktirde aksi idda edilse de bilgenin tam olarak yanıldığı söylenemez.
Bu şekilde yargıdan kaçan ,kayıtsızlık etiği kuran Pyrrhon bilge kişinin kayıtsız olduğu kadar, duyarsız da olduğunu dile getirerek bunun insana ruhsal dinginlik, ferahlık anlamında olan ''ataraxia'' durumunu yaşattığını söylemiştir.



Asım BARAN

Nietzsche Şiirleri



Mutluluğum
Araştırmaktan yorgun düşeli beri,
Öğrendim işte var gücümle bulmayı.
Rüzgar üstüme böyle geleli beri,
Bilirim her rüzgarda yelken açmayı














Yılmadan
Neredeysen derinden derine kaz orayı!
Altındadır kuyu, isterse kimse görmesin!
Bırakta karanlık adamlar atsın narayı:
"Altında senin yalnızca cehennem var" desin!






Yüreklendirme
Düştün mü şan ve şöhretin ardına?

Öyleyse gel, kulak kesil de dinle:
Yazık olmasın git onlarsız yaşa;
Şerefinle!













Derleyen:Asım BARAN

Kaynak:Friedrich NİETZSCHE, Git Benimle - Git kendinle, Simge Kitapevi

30 Mart 2010 Salı

Sonsuza Değin Erdem(Sokrates)

Herkes erdemi savunur, fakat herkes erdemli olamaz. Ancak en cesur olanlar bunu hak edebilir.
Bunun en güzel örneği devletinin kendisini, vatan hainliğiyle suçlayıp baldıran zehri içmeye mahkûm ettikleri Sokrates (m.ö. 470-399)olmuştur.

Sokrates, ölümü anında yanında olan dostları ağlayıp, sızlanırken; felsefe öğretisinin dışına çıkmayıp şu ders almamız gereken cümleyi kullanıştır ve son nefesini vermiştir.

‘’Krito, Askulapyus’a bir horoz borcum vardı, lütfen ödemeyi ihmal etme!’’


Kaynak:Sokrates'in Savunması
Asım BARAN

SCHOPENHAUERCA AŞK BAŞKADIR


Schopenhauer(1788-1860), uğrunda her şeyin hatta bazen hayatların bile feda edildiği aşk kavramının bilindiği gibi duygusal bir esinti olmadığını bunun aksi bir biçimde sadece cinsel bir dürtü olduğunu dile getirmiştir. Söz konusu aşk dediğimiz şeyin türün devamını sağlayan ve türün korunmasına yönelik bir cinsel dürtüden başka da bir şey olmadığını söyleyen Schopenhauer; güzellik ve cinsel hazın ise doğanın bizlere kurduğu en büyük tuzaklar olduğunu da belirtmiştir.

Yani ne kadar kutsal sanılırsa sanılsın aşk dediğimiz şey bizde içgüdüsel olarak var olan türün devamına yönelik,cinsel bir dürtüdür.


Asım BARAN

BEŞ CÜMLEDE PLATON (MÖ 428-354)


1) Gerçeklik; Platon gerçekliği biri idealar(değişmez) diğeri görünüşler(değişken) dünyası diye iki dünyaya ayırır. Gerçek olan idealar dünyasıdır ve görünüşler dünyası ise ideaların gölgesidir.
2) Bilgi kuramı; bilgiler bizde doğuştan var olan sonradan deneyimlerimizle hatırlanan,nesne ve özne arasındaki etkileşimdir..
3) Devlet; devlet üç unsurdan oluşmalı; yöneticiler(filozof olmaları gerekir, mülk hakları yok) koruyucular(mülk hakları yok) ve üreticiler(yani halk, bunların mülk hakları var ve asıl yönetilenler bunlardır.)
4) Tanrı anlayışı; tanrı ’’demiurgos’’ yoktan var eden değil idealar dünyasındaki maddelere biçim veren tanrıdır.
5) Sanat; sanat insanları kandırır doğayı taklit eder, doğa da ideaların gölgesi olduğu için bizi taklidin taklidine yöneltir, gerçeklikten uzaklaştırır.
Asım BARAN

KADIN DÜŞMANLIĞI( MİZOJİN)

Mizojin, kadın düşmalığı anlamına gelen Yunanca kökenli bir kelimedir. Burada felsefe tarihindeki ‘’mizojin’’liği kısmen de olsan göstermeye çalışacağım.

Kadınlar felsefe tarihi boyunca dışlanmıştır, erkeklerden daha aşağı görülmüştür. Hatta ünlü düşünür Platon bile Timaios diyalogunda her insanın bilgiyi sevdiği, bilgiye yöneldiğini anacak bilgiden kaçan, bilgiden uzak kalan erkekler ölüp dünyaya tekrar geldiklerinde kadın olarak geleceklerini iddia etmesinde de bu durum net bir biçimde anlaşılır.

Bu gibi örnekleri edebiyat alnında da verebiliriz ama bunlardan en önde geleni olarak Tolstoy’u örnek göstermek daha bir açıklayıcı olacaktır..Tolstoy en koyu ‘’mizojin’’cilerdendir bunu özellikle ‘’Anna Karenina’’ ve ‘’Şeytan’’ adlı yapıtları ön plana çıkarır.Ayrıca koyu mizojin diyebileceğimiz düşünürlerin başında da Nietzsche, Rousseau ve Schopenhauer örnek verilebilir

Son olarak mizojin birkaç sözü örneklemek daha verimli olacaktır.
Kadınlar akıl miyobudur.(Schopenhauer)
Bir kadının yanına giderken kırbacının da yanına al.(Nietzsche)
Evlenin karınız iyi çıkarsa mutlu kötü çıkarsa filozof olursunuz.(Sokrates)
Kin duygusu en fazla kadınlarda belirgindir, bu onların aşalık olduklarının göstergesidir.(Nietzsche)
Yaşlandıkça erkeğin yüz hatları derinleşir kadınların ki ise buruşur.(Goethe)
Simetrik olmayan kadın vefasızdır.(Aristotales)
Kadınların saklayabildikleri tek sır bilmedikleri sırdır.(Seneca)
Eğer kadın iyi bir şey olsaydı, tanrının da karısı oludu.(Sacha GUITR)

Asım BARAN

DİNDARLAR VE BERGSON İLİŞKİSİ




20.yy felsefe tarihi içerisinde önemli bir bilim eleştiricisi olan Henry BERGSON (1859-1941 ) felsefesi içerisinde kullandığı ‘’süre’’ ve’’ sezgi’’ kavramları ile ön plana çıkmıştır. Ancak Bergson’un
özellikle ‘’Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı ‘’adlı kitabı oldukça ilginç iddialar içermektedir.

Bergson’a göre iki tür ahlak vardır. Bunlardan biri kapalı (içe dönük) diğeri açık(dışa dönük) ahlaktır. Bunlardan kapalı olanı insanların genel çıkarlarına bağlı kalınarak oluşturduğu sözleşme ,antlaşma gibi uzlaşımların sonucunda oluşan ahlaktır. Ancak bu ahlak anlayışı durağan olup farlı bir şey sunmamaktadır ve gittikçe çözülmeye mahkûmdur ve ahlaki ilerleme mümkün değildir, ayrıca baskıcıdır. Ancak ikinci tür olarak açık ahlak ise tarihte öyle insanlar gelmiştir ki diğer insanlardan daha özel bir yaratışlaşa sahiptirler. Bu insanlar manevi anlamda öyle bir esriklik öyle bir kendinden geçme yaşarlar ki ahlaki ilkeleri ruhlarının derinlerinde hissederler. İşte ahlaki olarak ilerleme bu insanlarla olur tıpkı bir vahiy gibi yaptıkları şeyleri hiçbir karşılık beklemeden uygularlar sadece ve kendi kültürlerinden daha ileri bir ahlaka sahip olan bu seçilmiş insanlar çok kişilerce benimsenirler.(Bunlara örnek dinlerin peygamberleri, Sokrates, Gandi gibi düşünür ve gurular da verilebilir.)

Bergson din konusunda da bu iki ahlak gibi statik ve dinamik iki dinden bahseder. Bunlardan statik din kapalı ahlak yasasından kaynaklı rasyonel olarak anlaşılabilen dinlerdir. Dinamik dinler
ise üstün kişilerin kaynaklık ettiği ilerlemeci dinlerdir.
Bergson’un bu görüşleri Türkiye de olmak üzere birçok dindar kesimi etkisi altına almıştır. Ancak Bergson’a sadece böyle bakmamalı çünkü o koyu bir evrimci ve her şeyden önce ise bilim felsefecisidir. Onu bu yönlerinden soyutlamak anlamamakla eş değerdedir.


Asım BARAN

Nietzsche Bize Ne Söyledi?

Nietzsche felsefesi kuşku götürmez bir biçimde felsefe tarihi içindeki en çetrefilli felsefelerden biridir. Bunun sebepleri arsında Nietzsche’nin düşüncelerini sistemli bir biçimde dile getirmemesi ve dile getirdiği cümlelerin iğneleme, mecaz veya gerçek anlamlarından hangisini kullandığına ilişkin belirsizlik olarak belirtilebilir. Ancak şimdi dile getireceklerim Nietzsche’i anlamak bakımından oldukça yararlı bir analoji(benzetme) görevi görmek mahiyetinde olacaktır.

Kendimizi bir satranç oyunu oynarken hayal edelim. Birçok kişi de bizi izliyor olsun. Satrancı kiminle oynadığınız pek mühim değil ve Nietzsche de izleyicilerden biri olsun. Biz oyun oynarken izleyen birçok kişi bize nasihatler verecek bize yaptığımız iyi veya kötü hamleleri belirtecek kimisi ise sadece sözlü sataşmalarda bulunabilecek. İşte Nietzsche tam da bu anda sahneye çıkacak ve diyecek ki;

Ey kardeşim sana kim ne derse desin takılma öncelikle efendileri yık kendi oyununu kendin oyna. Bilindik alışılagelmiş oyunlara takılıp da kendini onların oyununa katma hatta oyununu kendin en başından kur ama önce kendini bul kendin ol.

Sana kim daha iyi olacağın yönünde nasihatler veriyorsa alma bu sayede senden daha iyi olduklarını, zeki olduklarını göstereceklerdir. Onun için kulağını kapa dinleme.

Kazanırsan zaten kazanırsın ama bir de kendin oynadığın için kazanırsan daha ne mutluluk istersin bundan daha fazla olan.

Öyle bir oyna ki kaybetsen bile bunu kabullenebil. Ben yaptım diyebil. Ve yenilsen bile diyeceğin'' bu yenilgi benimse benim olan her şeyi severim bu yenilgi de dâhil.''

Oynarken unutma kazanmak ya da kaybetmek için değil oynamak zorunda olduğun için oyna. Bir mükâfat için değil ve kim sana bu oyun dışında mükâfat sunuyor ise seni bu oyundan soğutmak içindir. Bunlardır seni zehirleyen.

Mükâfatı yok diye üzülme cezası da yok sonuçta. Sınırlı olsa da oyun biteceğini bile bile oyna mükâfatı beklemeden. Ama bu seni karamsarlaştırmasın bu durumunu kabul et ve her hamlede evet de.
Asım BARAN